Yaşlanma, önüne geçilmesi mümkün olmayan biyolojik, kronolojik ve sosyal yönleri olan bir süreçtir. Yaşlanma ile ilgili bazı tanım ve yorumlamalar; Aristo yaşlanmayı, “ İyileşmesi mümkün olmayan bir hastalık” olarak tanımlamıştır.
Goethe yaşlılar için “imtiyazlarının en büyüklerinden birini kaybetmiş kimse” deyimini kullanmıştır.
Doğumdan, hatta doğum öncesi dönemden itibaren başlayan bir süreç olan yaşlılık; sosyal anlamda, bağımsız konumdan başkalarına bağımlı hale geçmektir.
Hukuksal anlamda yaşlılık, bir insanın çalışma performansının ve verimliliğinin azaldığı ve emekli olduğu dönem olarak ifade edilmekte; sınırı da genellikle 60-65 yaş olarak kabul edilmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü ise “Çevresel faktörlere uyum sağlama yeteneğinin kademeli olarak azalması” olarak tanımlar.
Yaşlılık sınırını ilk kez Alman Cumhurbaşkanı Bismarc 1883’de resmi anlamda belirlemiş ve emeklilik yaşı olarak kullanılmak üzere 65 yaş ve üzerini yaşlı kabul etmiştir. Yaşlılığın başlangıç yaşı konusunda değişik görüşler varsa da, en sık kullanılan yaş sınırı 65’dir. A.B.D de ilk kez Başkan Roosvelt tarafından yaşlı tanımı kullanılmıştır. Son yıllarda yaşlılık da alt gruplara ayrılmıştır.
65-74 yaş: Genç yaşlı
75-84 yaş:Orta yaşlı
85+ yaş:Yaşlı yaşlı
Yeryüzünde yaşlı nüfusun toplam nüfusa oranının yıllar içinde artarak değişeceği tahmin edilmektedir. Geçen yüzyılda savaşlar ve salgın hastalıklar gibi nedenlerle çok az insan ileri yaşlara kadar yaşayabilmekte idi. Ayrıca eğitimin yaygın olmadığı geçen yüzyılda, ender olarak bulunan yaşlılar, tecrübeli ve bilge insanlar olarak her konuda danışılan değerli insanlar iken; ekonomik güç azalması ve çekirdek aile yaşamı ile birlikte yaşlılar bir nimet olmak yerine tüketici ve birçok hastalığı olan bir yük olarak görülmeye başlanmıştır. 1900 yılında A.B.D’de beklenen yaşam süresi 47 iken, 1985’de erkekler için 71.2 ve kadınlar için 78.2 yıl değerlerine ulaşmıştır. Son 20 yılda 65 yaş üzeri nüfus artış oranı genel popülasyonun iki katıdır. En hızlı artan grupta 85 yaş üzeri olup, 1960-1982 arasında % 165 oranında artış göstermiştir.
Yaşlanma ile vücuttaki fizyolojik değişimler;
- Su ,kas ve kemik miktarı azalır
- Tüm dokularda 30 yaştan sonra her yıl %1 azalma olur
- Akciğer elastisitesi azalır, solunum hacmi azalır
- Kalp debisi azalır ve damar direnci artar, sonuçta organ kanlanması azalır
- Beyin fonksiyonlarında gerileme olur. Bu nedenle yaşlılarda demans gelişir.
- Karaciğer fonksiyonlar azalır.
- Kalın bağırsak fonksiyonları azalır.
Yaşlılarda ağrı sık görülen bir semptomdur. Bu grupta ağrı ile ilgili çok geniş çalışmalar olmamasına karşın; küçük gruplarda yapılan çalışmalarda yaşlı grubun % 25-50’sinde önemli ağrı problemleri olduğu değerlendirilmiştir. Yaşlılarda ağrının en sık gözlenen grubu kas-iskelet sistemi kökenli olup, özellikle osteoartritlerdir. Artritler, 65 yaş üzeri ağrılı hastalarda % 80 oranında etkin olabilir. Kanser ağrısı da yaşlı grupta önemli bir sorundur. Çünkü, hemen hemen her tip kanser yaşlı grupta daha sıktır ve bu hastaların yaklaşık % 80’inde önemli derecede ağrı sorunu olabilir.
Yaşlı hastada ağrı değerlendirmesi önemli bir sorundur. Hafıza yetersizliği, depresyon ve algılama bozuklukları öykü alınmasını güçleştirebilir. Daha önemlisi, yaşlılıkta çeşitli hastalıkların ve ağrının normalde olabileceği, kanserli olgularda ağrıdan olan korku ve başkalarının bakımına muhtaç yaşlıların çevresindeki insanların reaksiyonlarından çekinmesi gibi düşüncelerle ağrı semptomu tam olarak vurgulanmayabilir. Ağrı değerlendirmesinde en önemli basamak olan öykü alınması, yaşlı grupta işitme ve nörolojik bazı sorunlar olabileceği düşüncesiyle, daha çok dikkat ve özen göstermeyi gerektirmektedir.
Prof. Dr. Fuat Güldoğuş
Ağrı Uzmanı